7 Eylül 2013 Cumartesi

Yollar

gönlümüzü koyduk yolun sağ köşesine
avunduk zihnimizdeki hatıralarla
ah hatıralarda olmasa...
gözümüzle görmediğimiz bilmediğimiz duymadığımız
ama sahip çıktığımız hatıralarımız var bizim.
bizi ben demekten alıkoyan hatıralar ne güzeller...
ne garipsin sen dünya
biz ne garibiz gönlümüzde bir garip inanç
garip olmak ne güzel çeker merhameti üzerine

sonra zafer kazanmak arzusuyla çıktığımız bu yolda
yenilgiyi tatmak ve bir yenilgi daha 
her bir yenilgide daha da inanmak 
inanmak bütün kalbimizle,fikrimizle, dertlerimizle.

yollar var önümüzde ve dağlar
hani bizim derdimizi yüklense çökecek olan dağlar
bir inancı taşıyan yüreklere engel olamayan dağlar
işte o inançla dağlar arasında açılan yollar
bazen emeklemekle bazen koşmakla bazen yürümekle
aşılması gereken yollar
bir his hem de en güzelinden
"bitmesin yollar"


2 Eylül 2012 Pazar

Gerçekleştirilebilir Düşünceler

Okuduğu kitabın arasında kuruttuğu sarı bir dağ çiçeği vardı. Yaprakları, ince gövdesinin üzerinde arasına konulduğu kitabın düz şeklini almış, dışarıdan bakıldığında gazete sayfasından özenle kesilmiş bir resim gibi duruyordu. Eline çiçeği aldı ve:

“Dost arıyorum! Etten ve kemikten olan ama senin gibi toprak kokan bir dost. Onunla konuşmak istiyorum, sesim sesine değsin, gönlüm gönlüne baksın, esen rüzgârın oynattığı yaprakların sesini beraber duyalım. Güneşin damla damla düştüğü ceviz ağacının o gölgesi bizim olsun. Ellerimiz kahverenginin her tonunda renkleninceye kadar ceviz kabuğu soyalım. Yüksek binaların yüksek gururlu insanlarından söz etmeyelim seninle, hızlı giden vasıtalar girmesin muhabbetimize, insanları konuşmayalım kötü yanlarıyla.

Uzun bir yolculuğa çıkalım mesela, insanları görelim. Dillerini bilmesek de gülelim onlarla tüm samimiyetimizle. İyilikten ve doğruluktan yana olan insanların yanına yolculuk edelim, savaşalım onlarla birlikte kötülere karşı, gözümüz korkmadan, kalbimiz ürpermeden, bileğimiz bükülmeden, kaybedeceklerimiz olsa dahi iyilikten yana olduğumuzu zihnimizin aydınlıklarından çıkarmadan tüm cesaretimizle hücum edelim kötülüğe. Zafer kazanmak önemli olmasın. Amacımız iyilikten tarafta olduğumuzu, insanca kalmayı öğretebilmek olsun.

Ve ölebilelim bu yolda dost, iyilik için savaştık “öldük” diyebilelim. Çünkü sende bilirsin ki ölüm yeni bir başlangıçtır sonsuzluğa. Sonra ağlayabilelim, sende takdir edersin ki ağlamak önemlidir. Hani beraber okumuştuk ya o kitapta “ağlayabilirseniz, anlayabilirsiniz”. Anlamak için benliğimizde idrak yollarımızdaki engelleri aşk ve şevkle kaldırabilmek için ağlayalım. Ağlamalarımızın bir manası olsun. Gözyaşlarımızı silelim karşılıklı, ayağa kalkalım sağlam bir şekilde ve yolculuk edelim.

Yetim coğrafyalara gidelim seninle. Yetim coğrafyaların yetim çocuklarının başlarını okşayalım, onlara yetimliklerini unutturalım. Kitap okuyalım seninle, okuduklarımızı anlatalım insanlara. Şiirler yazalım beraber kardeşlik türkülerine dönüşsün yazdıklarımız. Bizim bir derdimiz olsun ama dünya olmasın içinde. Biliyoruz ki gelip geçicidir dünyadakiler. Mana peşinden olalım. Gözü yaşlı insanların “dilek”leri olur ya biz buna “dua” diyelim. Bir gün birdenbire çıkıp gidelim onlara. Onların dualarındaki “bir gün birdenbire çıkıp gelseler” deki gibi.

Umudumuz olsun en güzelinden, en temizinden. Bu umudu dağıtalım mazlum coğrafyaların mazlum insanlarına. Sevelim güzel olan ne varsa. Bizim için güzel olan yaratıcı katındaki güzel olanlar olsun.

Korkmayalım ölümden, güzel ölmek için yaşayalım.

Gözümüz vitrinlerde olmasın.

İleride güzel yarınlarda olsun.

Kalem tutalım beraber, şahitlik edelim güzelliklere, güzel olanı yazsın kalemimiz.

En önemlisi güzel olanı yazmak için, güzelleştirmek adına yola çıkalım.”

9 Ağustos 2012 Perşembe

Ben ölmeden yayınlamayın!

Ölümünden sonra yayınlanmasını istediği röportajı ortaya çıktı.
Geçtiğimiz günlerde ölen usta yönetmen Metin Erksan'ın 2004'te Yeni Şafak Sinema Editörü Ali Murat Güven ve Ömer Çakkal’a röportaj verdiği, ancak ölümünden sonra yayınlanmasını istediği ortaya çıktı.

Türk Sineması’nda milli, tarihi, kültürel ve toplumsal gerçekliğini sinemaya aktaran ve Türk sinema tarihine, unutulmaz eserler bırakarak hayata veda eden ünlü yönetmen Metin Erksan’ın 8 yıl önce yapılan ancak, ölümümden sonra yayınlanmasını istediği röportajında çarpıcı tespitler yeralıyor.


Yeni Şafak sinema editörü Ali Murat Güven ve o dönemdeki asistanı Ömer Çakkal, Temmuz 2004’te, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en başarılı ve ayrıksı yönetmenlerinden biri olan Metin Erksan ile Beyoğlu Basın Kulübü’nde iki gün üst üste ve sabahtan akşama kadar süren bir "nehir söyleşi" gerçekleştirirler. Türk sinema tarihine ilişkin olarak şimdiye kadar dillendirilmemiş pek çok bilgiyle bezeli bu söyleşi başından sonuna dek ses kayıt cihazına kaydedildi.


Güven ve Çakkal, söz konusu söyleşiden kısa bir süre sonra, orada konuşulanları Yeni Şafak’ta yayımlanmak üzere büyük bir heyecanla deşifre ederler. Fakat, Erksan, tam da yayın öncesinde Güven’e telefon açar ve "Sizlere, meslek hayatıma ilişkin olarak, şimdiye kadar hiç kimselere anlatmadığım çok özel ve derin sırlar verdim. Sonradan düşündüm ki bunların yayını için henüz çok erken. Ne sektör, ne de toplum hazır değil. En azından ben hayattayken yayımlanmaları başımı ağrıtabilir. O yüzden, yaptığımız söyleşinin kayıtlarını özenle saklamanızı ve bunları ancak ben öldükten sonra yayımlamanızı rica ediyorum" der. Metin Erksan’dan gelen istek üzerine röportajı yayınlamadıklarını belirten Güven’in arşivinde bulunan, 12 saat süren röportajdan bazı başlıklar şöyle:


22 yıldır hiç teklif yok


Sinemanın teorisi üzerine kafa yoruyorum hâlâ. Sinemaya asistanlık yapmadan girdiğim için çok pişmanım. Ama şimdilerde kameranın nasıl kalem gibi kullanılacağını öğrendim. Peki neden film yönetmiyorum: Çünkü bir teklif gelmedi. Türkiye’nin en büyük film şirketinden ’Preveze Öncesi’ni çektiğimden beri 22 yıldır bana bir teklif gelmedi. Onun haricinde hiçbir özel film şirketinden de teklif gelmedi. Kimi küçük teklifler oldu ama bana ciddi bir şirket bir teklifte bulunmadı.


Haçlılara direnişin filmini çekmek istiyorum 


Hemen söyleyeyim. Bugün Türkiye’de adınıza aydın, entelektüel denilebilmesi için eğer Türkseniz tarihinizle hastalıklı bir ilişkiniz olacak. Bir reddiyeci tavır içinde olacaksınız. Yıllar yılı barbar, göçebe dediler Türklere. Sultanlarını aşağılamak entelektüelliğin vizeleri haline geldi. Yahu kızıyorum bu adamlara. Daha tarihi doğru tartmasını bile bilmiyorlar. Peki biz göçebeydik de kim yaptı şu Buhara’yı, Semerkant’ı? Atilla Paris’in göbeğine sarayını dikerken, Uluğ Bey Orta Asya’da rasathanesini inşa ederken Avrupa ne haldeydi? Ara sıra son dönem filmlerini izliyorum. Gayet de iyi filmler çıkıyor da. Sormak istiyorum: Yahu, ’Suçlular Aramızda’nın ardından Türkiye’de ideolojik takıntılara boğulmayan hangi politik film yapılmıştır? Ağabeylerinin gelip elini öpeceklerine, ağabeylerine küfrederek sinema yapabileceklerini sanıyorlar. Ayıp. Yapmak isteyip de yapamadığım filmler var tabii. Olmaz mı? Başta, senaryosunu yazdığım ’Haçlı Yamyamlar.’ ’Troya’ filmi yapılıyor. Yüzlerce gemi, binlerce asker yürütülüyor. Troya’da olsa olsa bin tane asker vardır, gelen de bin tane asker. Meşhur Konya-Düzmen muharebesi vardır. Tam 400 bin kişi geliyor, Anadolu’yu yakmak için. Eğer Türkler engel olmasaydı bırakın Kudüs’ü, Haçlılar Kâbe’yi bile yıkmaya yeltenirlerdi. Arapların Türklere can borcu, kan borcu var. Haçlılara karşı duran tek millet Türklerdir. İşte bunun filmini yapmak istiyorum.


Necip Fazıl Kısakürek yakınırdı 


Necip Fazıl iyi bir şair, dost bir insandı. Bana ’Benim bir eserimi bile filme uyarlamadın’ diye yakınırdı. Ama şimdi tüm bu aklımdaki projeler için kendimi hazır hissediyorum. 30 yaşımdaki gibi setlerde oradan oraya koşamasam bile fikirsel bazda pek çok projede yer alabilirim. Bir ustam olmadığı için pekçok kez yanlışa düştüm. Ama sinemanın teorisi üzerine bunca yıl kafa yorduktan sonra artık kamerayı kalem gibi kullanma zamanımın geldiğini hissediyorum. Yıllar yılı beni ne sağcılar kendilerinden bildi, ne de solcular.

Kemal Tahir ölürken ’Yav Metinciğim dedi. Sen çok yalnız bir adam olarak yaşayacaksın. Çünkü yurtseversin’ dedi. İnsanlar çok çabuk kutsallar oluşturuyorlar ve onların hatalarını göremiyorlar. 1982 yahut 1983’tü bir yazı yazdım. ’Evet, Pir Sultan Abdal büyük şairdir. Ama İran casusuydu. Anadolu’ya büyük bir felaket getirdi. Anadolu birliğini mahvetti. Ve o nedenle Yavuz Sultan Selim’e başka bir şans bırakmadı. Yavuz o nedenle Anadolu’da bir temizlik harekatına girişmiştir’ dedim. Aleviler hemen ayağa kalktı.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Ölmeden Önce

daha çok sevmeliydim...
sebeb-i aşkı korumam gerekirdi...
sancılı bir rüyaya benziyor hayat,
dar ve meşakkatli yollarmış
benim kaderim.
şimdi infaz edebilirsiniz hayalleri...
yağmurlar yağmayın artık üstüme
sevgiliden bir habersiniz bana
ölümün birden geleceğini düşünmemiştim...

6 Temmuz 2012 Cuma

Anlamak


















bir kayboluş çırpınışında can çekişirken hayallerim,dünya dünya diye bağıran yüreğine brandalar çekilmiş insanların arasında gözlerimi gezdirirken,sevgiliyi aramak istedim... 
ey sevgili; bir elime güneş'i bir elime ay'ı verdiklerinde anladım senin değerini...

İsmail Özdemir

3 Temmuz 2012 Salı

Söylenilen Söz

kalp atışı hızlandı kelimelerin,
sebebi inancın içinde gizli bir ömür
ve sonu bilinen bir hikayenin
kahramanıyım ben...
şehir ve sevda üzerine kurulmuş cümleler
aşk yağmuru başlamış
sel götürüyor şehri
ve ben suda boğulmak istiyorum..

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Şehir ve Şiir

başka bir zamanı taşıyor sözcükler
ne gelecekten ne geçmişten bir zaman bu!
kimsenin bilmediği birşeyler var bu şehirde
isimsiz bir şiir gibi şehrin anlattıkları
aşkı anlatmaya çalışıyor şehir;
onca bedduaya rağmen hâlâ ayakta aşk
onca beddua edenler ayaklarında aşkın...